Graciliana Ramos’un İpek Manavbaşı’nın çevirisiyle VakıfBank Kültür Yayınları’ndan çıkan ‘Çocukluk’ romanı beni kırk yıl öncesine yuvarladı: 1982’ydi. Adnan Özer ile sık sık Çınaraltı’nda buluşuyoruz. İkimiz de yirmi beş yaşındayız, ikimiz de Jorge Amado’nun romanlarının tutkunuyuz. Ama, benim edebî yakınlığımın aksine, Adnan için 1973 yılında Ayda Düz’ün çevirisiyle Payel Yayınevi’nden çıkan ‘Tarçın Kokulu Kız’ bir ‘kutsal kitap’ gibiydi; askerî darbe sonrasının kasvetli günlerinde bile romanı elinden hiç düşürmüyor, aşk kırgını kim varsa ona romanı hediye ediyordu.
Adnan’ın kafasındaki ‘Üç Çiçek’ dergisi ve yayınevi tasarısı da sanırım Çınaraltı’ndaki Jorge Amado sohbetlerimizin birinde doğmuştu. Onun ‘Latin Amerikalı, Afrikalı ve Asyalı yazarların eserlerini basıp tanıtmak’ ve ‘askerî darbenin soldan ve sağdan savurduğu bizim gibi düşünce mağdurlarını bir dergide toplamak’ tasarısı çok önemliydi ama, arkadaşlarımızın bir kısmı buna şiddetle karşı koyunca, ilk sayısını 1983 Mayıs ayında çıkardığımız ‘Üç Çiçek’ maalesef bir ‘yarım başarı’ olmuştu. Adnan, kendisiyle yapılan söyleşilerde ‘Üç Çiçek’ dergisinin serüvenini defalarca anlattığından, olayın ayrıntılarına girmeyeceğim. Asıl acı olansa, ‘Üç Çiçek’ nedeniyle, Adnan Özer’in ‘yayıncılıkta acımasız bir kapitalist olup da meyhâne masalarında aşırı solcu kesilen’ simsarlar tarafından kara listeye alınmasıdır ve bu yok saymanın bugün bile sürdürülmesidir.
ŞAİR ADNAN ÖZER’İN EDİTÖRLÜĞÜNDE YAYIMLANDI
Adnan Özer edebiyatımızın simsarları yüzünden kafasındakileri kendi yayınevlerinde hiçbir zaman gerçekleştiremedi. Bugünlerdeyse VakıfBank Kültür Yayınları’nın gençlik dizisine ‘proje editörlüğü’ yapıyor. Listesindeki kitapları bildiğimden çok heyecânlıyım. Umarım bir kazaya uğramadan, hepsini yayınlatabilir.
Bayramın ilk günü Üsküdar’daki Rûmî Kafe’de onunla ve Orhan Tekelioğlu’yla buluştuğumuzdaysa, bana yayınevinin gençlik dizisinin ikinci kitabı olan çıkan Graciliana Ramos’un ‘Çocukluk’ isimli ‘anı roman’ını getirince, ertesi gün okumaya başlayıp bitirdim. Herkese önereceğim büyülü bir metin. Cláudio Leitão da kitabı ‘Ramos’un yazdıklarının arasındaki en kusursuzu’ olarak tanımlıyor. Aslında ‘roman’ kıska kısa öykülerden oluşuyor ve her öykü ‘askıda bırakma’ tekniğiyle bir sonraki öyküye bağlanıyor. Bu teknik, öykülere bir süreklilik kazandırdığı gibi, öykülerin toplamını şeklen farklı bir edebî türe dönüştürüyor.
‘Çocukluk’un el yazmaları São Paulo Üniversitesi’ndeymiş. ‘Bölüm’ denilen öyküler önce bir dergide yayınlanmış, ardındansa ‘anı roman’ olarak düzenlenip, 1945 yılında J. Olympio tarafından basılmış. Cláudio Leitão’nun belirttiğine göre, São Paulo Üniversitesi’ndeki üç dosyada kırk öykü varmış, ancak bu öyküler ‘askıda bırakma’ tekniğiyle ‘anı roman’a dönüştürülürken kitaba bazı öyküler alınmamış.
Ramos’un ‘anı roman’ını bitirdiğim gece Besim Dalgıç beni telefonla aradı. Onunla edebiyat pazarından konuşurken, “Bizlerin kaybedeceği bir şey yok, yazdığın ne kadar değerli ve ne kadar önemli olursa olsun, zaten yok sayılıyorsun. Ama, günümüzün edebiyat yıldızları ve simsarları çok şey kaybedecekler. Çünkü, pek yakında küresel yayınevleri kendi yazarlarıyla ve kendi adamlarıyla edebiyatımızı ele geçirdiklerinde, ne o çok satan yıldızlar, ne de onları pazarlayan simsarlar kalacak” yorumunu yaptı. Bu açıdan hiç düşünmemiştim. Haklı olabilir. Ama, onlarla birlikte hakiki edebiyatın da pazardan kovulacağı kesindir. Bu yüzden VakıfBank Kültür Yayınları yöneticilerine Adnan Özer’in listesindeki nefis kitapları o günler gelmeden yayınlamalarını öneriyorum. Besim’in dediği günler gelirse, raflara sadece ‘çöp kitaplar’ konacağından, iyi kitapları hiç olmazsa şimdiden edinmiş olalım…
SİNEMATOGRAFİK BİR ROMAN
'Çocukluk’ bir ‘Regionalismo’ eseri. Bu edebî akım ‘Bölgeselcilik’ olarak dilimize çevriliyor. Ramos’un bizde 1985 yılında Can Yayınları’ndan ‘Kıraç’ ismiyle çıkan ‘Regionalismo’ romanını okumadım ama, romandan Nelson Pereira dos Santos’un 1963 yılında sinemaya uyarladığı ‘Çorak Hayatlar’ı defalarca seyrettim. Bana göre sinema tarihinin en iyi yüz filminden biri. ‘Çocukluk’ da sinematografik bir ‘roman’, okuruna tereddütü şiirselleştiren anlatımıyla ve geçmişi ‘yoğun bir sis’ olarak 1936 ile 1944 arasına taşımasıyla ‘büyülü bir dünya’ sunuyor. Brezilya’nın kuzey doğusundaki çorak bölgeye ‘Sertão’ deniyor. Ramos kendi ‘Sertão’sunu anlatırken hiç ‘manzara yazarlığı’ yapmıyor, kuzey doğu ‘manzara’ olarak Ramos’un sinematografik üslûbunun yapısal bir özelliği olarak kendiliğinden okurun gözlerinin önüne geliyor. Bu bölgenin ilk Euclides da Cunha’nın 1902 yılında yayınlanan ‘Os Sertões’ isimli eseriyle bilinirlik kazandığını anımsayanlar olacaktır. ‘Os Sertões’ de dilimize çevrilip yayınlansa çok sevineceğim.
*Bu yazı ilk olarak Karar'da yayımlanmıştır.
Yeni çıkan kitaplar, kampanyalar ve tüm yeniliklerden haberdar edelim.
Üyelik Sözleşmesi, Aydınlatma Metni’ni ve Gizlilik ve Çerez Politikası’nı okudum, anladım ve onaylıyorum.