Honoré de Balzac’ın, ilk kez 1841’de yayımlanan kitabı Çalışanın Fizyolojisi, modern şehir yaşamının çok önemli bir parçası olan ofis ve çalışanlarını merkeze alıyor. Balzac, on dokuzuncu yüzyıl bürokrasisi ve bu bürokrasi çarklarının nasıl işlediğinin resmini çiziyor aslında kitapta ancak her klasik gibi sadece çağına değil tüm zamanlara ses veriyor.
Italo Calvino, Ünlü Klasikleri Niçin Okumalı? adlı denemesinde şunu söyler: “Bir klasiği her yeniden okuma, ilk okuma gibi bir keşif okumasıdır.” Hemen ardından da “Bir klasiği her ilk okuma, aslında bir yeniden okumadır” diye ekler.
Calvino’nun bu saptamaları, klasiklerin “zaman”ı, daha doğrusu “zamansız”lığı üzerine düşünmeye iter bizi. Her ne kadar on yıllar öncesinde yazılmış olsalar da klasikler, bugünle ve bizimle konuşmalarını sürdürür. Yazıldıkları devri kaplamalarının yanında, bugünü de tüm doğallığıyla avuçlarının içine alırlar, çünkü ele aldıkları meseleler ve yazılma amaçları salt yazıldıkları günün dünyasını okuruna iletmek değildir klasiklerin. Bu türden eserlerin sayfaları arasında dolaşırken yazarlarının müthiş gözlem gücüyle bir devir tüm renkleriyle canlanır elbette, ama burada esas takılmamız gereken nokta, bu canlanan dünya içinde dolaşan insanlar olmalı. İnsan doğasını, ruh dünyasını ve insanların bulundukları dünya içindeki konumlarını öylesine derinlikli ele alır ki klasikler; çağları aşan, her devirde kendini yenileyen, her insana kendini anlatmayı başarabilen, üstelik bunu da tüm doğallığıyla yapan eserler hâline dönüşürler. Bu bağlamda kendi zamanlarından geleceğe yazılmış ve her geçen gün yeni bir hikâyeyle yeniden yazılan kitaplardır bunlar. Yazarlarının değil, okurlarının yazdığı eserlerdir.
Dostoyevski bugün hâlâ okunuyor ve aşılamıyorsa devrine değil, evrene ses verebildiği içindir.
Peki, şimdi bu söylenenlerden sonra, Calvino’nun saptamalarının yanına; klasiklerin söyleyeceklerini her devirde, her yeni olayla yeniden doğurduğunu söylesek kim itiraz eder?
YÜZ SEKSEN YIL SONRA TÜRKÇEDE
Honoré de Balzac’ın, yayımlanışının ardından yüz seksen yıl sonra Türkçede ilk kez yayımlanan kitabı Çalışanın Fizyolojisi’nin sayfaları arasında dolaşırken akla takılanlar hemen yukarıda kaleme gelenler.
1841’de yazılmış bir eser olarak bugünle hâlâ konuşabilmesi, aslında Fransa’nın bürokrasi çarklarının içinde yer alan insanları anlatıyorken aynı zamanda tüm dünyada bu çarka takılanların portresini çıkarabilmesi ve daha da önemlisi, müthiş gözlem gücüyle en küçük detaydan derinlikli bir ruh dünyası tahliline girerek her devirde yaşayabilecek “tip”ler ortaya koyması; Çalışanın Fizyolojisi'ni, yazının girişinde de bahsedilmeye çalışılan klasiklerin arasında düşünmemize yeter sebep.
Yayımlanışının ardından yüz seksen yıl sonra Türkçeye kazandırılan Çalışanın Fizyolojisi elbette bir Balzac başyapıtı değil ama bir "klasik"in neden "klasik" olarak anılabileceğinin cevabını veriyor.
Bu anlamda bir “klasik”in neden “klasik” olarak anılabileceğinin cevabını veriyor aslında Balzac bize bu kitabıyla.
Çalışanın Fizyolojsi elbette bir başyapıt değil. Balzac’ın, elli bir yıllık kısa ömründe ortaya koyup bugüne taşınan dev külliyatı içinde çoğu kişi için esamesi dahi okunmayacak türden bir kitap hatta belki ama hem klasiklere yaklaşma bağlamında okuruna verdiği yanıtlar için hem de ortaya koyduğu tablonun bugün hâlâ geçerliliğini korumasından dolayı kitap ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.
Kaldı ki Balzac’tan söz ediyoruz, Türkçede ilk kez yayımlanan bir eserinden…
Bu bile aslında Çalışanın Fizyolojisi’nin sayfaları arasında dolaşmaya başlamak için gerekli motivasyonu sağlıyor okuruna.
KAPILAR ARDINDAKİ DÜNYA
Balzac’ın “fizyolojiler” serisi, genel anlamda gerçekle sıkı ilişki içinde olan fakat barındırdığı ironiyle bu gerçeklikler dünyasını renklendiren farklı hiciv denemeleri olarak dikkat çeker.
Türkçeye Evliliğin Fizyolojisi olarak çevirebileceğimiz La Physiologie du Mariage böyledir örneğin. Ya da Zarif Bir Yaşam Üzerine adlı çalışması, modernitenin önemli ve üzerine çokça düşünülen konularından biri olan modayı, aynı şekilde “fizyolojik” bir tahlile girerek mizahi bir dille delik deşik eder mesela. Çalışanın Fizyolojisi ise modern şehir yaşamının çok önemli bir parçası olan ofis ve çalışanlarını merkeze alıyor.
Bu türden çalışmalarında Balzac, dönemin Fransa toplumuyla ilgilenen “üst düzey bir gözlemci” ya da her şeyi geleceğe bırakmak isteyen bir “kronikçi” gibi davranır. Eleştirel bir bakışla, yapılmaması gerekenleri de işin içine katarak portreler bütünü sunar. “Fizyolojiler”, Balzac romanlarına sağladığı malzeme, yazarına verdiği ilginç karakterleri kayıt altına alma fırsatı ve yaşamın hemen tüm alanlarına yayılmasını sağlayan bakış açısıyla da hem okuru hem yazarı için eşsizdir. Olağanüstü zenginlikteki ayrıntılar dünyası ve Balzac’ın keskin gözlem gücü öne çıkar bu kitaplarda. Görünenin ardındaki dünyadan okuruna çarpıcı fotoğraflar sunar yazar. Çalışanın Fizyolojisi’ni Türkçeye çeviren Münif Sair de kitap için yazdığı sunuşta; “Balzac’ın metni kapıların ardının keşfidir ve tüm kapıların en şaşaalısı devlet kapısı da modern başlangıçların vakanüvisinden nasibini alır,” der ki, çok doğru…
Balzac, gözünü kapıya değil, anahtar deliğine dikmiştir bu kitapta.
Yine Münif Sair’in bir saptamasından devam edersek; “Önce Osmanlı, sonrasında da Cumhuriyetin tevarüs ettiği Fransız devlet teşkilatı modelini yakinen tanıyoruz,” diyor çevirmen kitapla. “Dolayısıyla burada karşılacağınız şahsiyetler hem edebiyatımızın hem de hayatımızın parçası oldu ve yeni veçhelerle ('beyaz yaka') aramızda dolaşmaya devam ediyorlar.”
Asla eskimeyen ve gidişata bakılırsa asla eskimeyecek bir dünya Balzac’ın Çalışanın Fizyolojisi’yle çizdiği.
Yani “asla eskimeyen” ve gidişata bakılırsa “eskimeyecek” bir dünya Balzac’ın Çalışanın Fizyolojisi’yle çizdiği. Sanayi Devriminin ardından ortaya çıkan ve bugün kıyafet değiştirse de ruhunu aynen koruyan bir organizma söz konusu. Fransa bağlamında ele alıyor elbette Balzac bu bürokrasi dünyasını, fakat evrensel şikâyet noktalarından birinden bahsedeceksek eğer, bunun başına insanların yaşadığı “bürokrasi savaşları”nı koymak mümkün. Kitap da bu savaşların altında kimlerin yattığını gösteriyor aslında.
“Bürokrasi” deyip geçmemek gerek. Sonuçta Kafka, Dava'yı boşuna yazmadı.
Tüm zamanların en önemli hiciv öznelerinden biri olan bürokratik dünyayı bir kez de Balzac’ın gözlerinden, Türkçede okuyabilmek önemli.
*Bu yazı Cumhuriyet Kitap Eki'nde (Sayı: 1505, 20 Aralık 2018) yayımlanmıştır.
Yeni çıkan kitaplar, kampanyalar ve tüm yeniliklerden haberdar edelim.
Üyelik Sözleşmesi, Aydınlatma Metni’ni ve Gizlilik ve Çerez Politikası’nı okudum, anladım ve onaylıyorum.