Sinemayla kurduğumuz ilişkinin temeli, yönü değişir. Ama bir kez o ilişki kuruldu ve temel bir yerden atılmaya başlandıysa gerisi gelir. Bu satırları okuduğunuz “Sinematik” köşesinde de temeller sinemaya dair öne çıkan, yeni çıkan kitapları incelemek üzerine kurulmaya başlandı. Bu ayın konuğu Türk Sineması İliklerimize İşlemiş Ruhumuza Sinmiş Bir Sanat Pratiği. Akademisyen, siyaset bilimci, tarihçi ve yazar Kurtuluş Kayalı’nın Türk sinemasına dair çeşitli dönemlerde ele aldığı eleştiri yazılarından oluşan kitap akademisyen Mesut Bostan editörlüğünde Aralık 2022’de VakıfBank Kültür Yayınları’ndan çıktı. Kitabın detaylarına, bize sunduklarına, düşündürdüğü sorularına geçmeden önce biraz teknik yapısından bahsetmek gerekiyor. Kayalı bu kitapta Türk sinemasını; Türk sinemasinin ruhu, Sinemayı aşan kültür eksenli değerlendirme denemesi, Türk sineması üzerine kritik genellemeler, Türk sinemasından öte kültürünün doruklari olan yönetmenlerin entelektüel kimliği, Türk sinemasinin kritik iki yönetmeni, Türk sinemasinda yeni yönelimlerin değerlendirilmesi: Değişim mi, süreklilik mi? ve Türk sinemasında eleştiri konusunda iki değini başlıklarıyla mercek altına alıyor. Yedi bölümden oluşan kitabın kendi içinde de alt başlıkları bulunuyor.
TÜRK SİNEMASI TARİHİ ÜZERİNE
1990 ile 2000’li yıllar arasında yazılmış yazılarda; 1950’li, 60’lı, 70’li yıllardaki Türk sinemasının sosyolojisine, problemlerine, nelerin öncelendiğine, nelerin gözden kaçırıldığına dair açık, sert tespitler yer alıyor. Kayalı, önsözün başında “Türk sinemasını olumlayarak anlama denemesi ve Türk sinemasına yaygın eleştirel bakışa başlı başına bir eleştiri” cümlesiyle bunun sertlik olmadığını gerekli olanın yapılması olduğunu söylüyor. Bu dikkatle okuduğunuzda Türk sinemasını inceleme anlamında nelerin yapıldığından daha çok nelerin yapılmadığına dikkat kesiliyorsunuz. İlk bölümde filmlerin arka planında yer alan düşünceler, bakış açıları ve tespitlerin temelini ele alıyor. Aynı zamanda Türk sineması tarihinin ortaya konması için yapılması gerekenleri ama yapılmayanları söylüyor. Onlardan biri ne derseniz? Türk sineması yönetmenleri ile sözlü tarih görüşmeleri yapmak. Akabinde neden yapılmadığını kısmını sinemamızın kültür boyutunun dikkate alınmaması olarak belirtiyor. İkinci bölümde de Türk sinemasının sosyolojik kısmının ele alındığı yazılar bizi karşılıyor. Bu kısım ilk başta biraz anlaşılmaz kalıyor. Devam ettikçe şekilleniyor ve oturuyor. Çünkü tespitler filmlerle somutlaşıyor. Yazılarının ekseninin zaman aralığını yukarıda söylemiştik. Buradada Halit Refiğ, Metin Erksan, Lütfi Akad’ın sinemalarında Türk edebiyatıyla kurdukları ilişkinin bileşenleri ele alınıyor. Ama ondan önce Türk sinemasına elitis bir bakış içerisinde olma durumu da inceleniyor. Burada kültür, popüler kültür kavramları öne çıkıyor. Oryantalist bakış açısını da Ferzan Özpetek imzalı Hamam filmi üzerinden inceliyor.
SİNEMANIN DÖRT TAŞI
Teorik çerçevede giden eleştiri yazıların gidişatı üçüncü, dördüncü ve beşinci bölümlerde somutlaşıyor. Kayalı, yönetmenler Halit Refiğ, Metin Erksan, Lütfi Akad ve Yılmaz Güney’i sinemamızın dört yapı taşı olduğunu belirtiyor. Özellikle Metin Erksan’ı ise ayrı bir incelemeye alıyor. Onun Türk sinemasında yönetmen, entelektüel, sinema eleştirmeni olarak hakkının verilmediği noktaları belirtiyor. Bu kısımlar Metin Erksan sineması ile ilgili okumalar yapmış kişiler için bir nevi bildiklerinin doğruluğunu gösteriyor. Ama Erksan sinemasıyla sıfırdan bir başlangıç yapanlar için ilgi çekici ve ufuk açıcı olacağını belirtmek gerekiyor. Her açıdan da Erksan’ın sinemasına dair görmezden gelinme kısmıyla ilgili Susuz Yaz ile Berlin’de Altın Ayı Ödülünü almış olma kısmınında içeriyor olmasını belirtmek gerekir. Refiğ, Erksan, Akad ve Güney’den sonra Atıf Yılmaz geliyor. Bu isimlerden sonra ise devreye Zeki Ökten, Şerif Gören isimleri giriyor. Aslında Türk sinemasının tarihinin sosyolojik arka planıyla bir silsile olarak ortaya koymuş oluyor. Tabii bu yazıların farklı zamanlarda ele alındığını ve ortak başlıklarla bir araya geldiklerini belirtmek gerekiyor. Aslında burada Kayalı’nın da dikkat çektiği sinema yazınının ürünsel anlamda ortaya konmamasının bir resmi çıkıyor. O kadar çok malzeme var ama bunlara yönelen akademisyen, sinema eleştirmeni yok diyor. Buna dair tespitini “Birinci sınıf adam akademisyendir, entelektüeldir, ikinci sınıf adam edebiyatçıdır, üçüncü sınıf adam dediğin zaman ise bu sinemacıdır. Böyle bir genel anlayışı var. (s.160)” diyerek belirtiyor. Sınıfsal ayrımın olmasınında üretimsel anlamda düzenliliğinin, bütünlüğün olmamasından kaynaklandığını ekliyor.
ÖZ GÜVENİNİ KAYBETTİ
Son iki bölümde ise 1990’lı yıllarda sinemadaki yeni başlangıcı incelemeye başlıyor. Buradaki incelemesi 50’li, 60’lı, 70’li yıllardaki gibi derinlemesine olmuyor. Süreklilik ve değişiklik kavramlarının nasıl konumlandırıldığına bakıyor. Buradada Yavuz Turgul imzalı Eşkıya filmi öne çıkıyor. Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan’ın isimleri sadece geçiyor. Onların filmlerine dair derinlemesine yazılar okusaydık nasıl bir manzara olurdu demeden insan edemiyor. Yönetmenlerin yanında 90’lı yıllarda Türk sineması için önemli hale gelen Eurimages kısmını da es geçmiyor, Kayalı. Sona geldiğimizde ise Türk sineması yazının olmamasının yazı disiplinsizliğinden, gerçekliğin teşhis edilmediğinden ve kendine güven olmamasından olduğunu belirtiyor. “... bütün mesele güven sorunudur. Türk sineması ve Türk sineması yazını zaman içinde özgüvenini yitirmiştir” diyor.
Girişte belirttiğim gibi bölümler kendi içerisinde bir sistematikle ilerliyor. Bu teknik yapısına kapıldığınızda özelden genele giderek Türk sinemasına dair bir resim elde ediyorsunuz. Kayalı’nın kaleminin gücünün nereden geldiği de belli oluyor. Aynı zamandada günümüz Türk sineması içerisinde bu tespitler açısından nereye koyacağını merak etmeden duramıyor insan. Ama şu ana dair geçerli olabilecek “Türk sinemasının gelişim dinamiğinin önemli ölçüde yaşanan hayattan kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Devletin özenli kollarında büyütülmektense, bu anlamda yetiştirilmektense sokakta yetişmiş bir çocuk olarak şekillenmiştir.” (s.81) tespitini ortaya koyuyor. Bitirirken bir temenniyi eklemek gerekiyor. Sinema yazının kısırlılığının yanında sinema kitaplarının yayınlanmasındada bu durumun söz konusu olduğunu belirtmekte var. Burada kastedilen baskısı tükenmiş eserlerdir. Kayalı’nın çoğu kitabının durumu budur. Dileriz yakın zamanda o kitaplar tekrardan yayınlanır.
*Bu yazı ilk olarak YeniŞafak'ta yayımlanmıştır.
Yeni çıkan kitaplar, kampanyalar ve tüm yeniliklerden haberdar edelim.
Üyelik Sözleşmesi, Aydınlatma Metni’ni ve Gizlilik ve Çerez Politikası’nı okudum, anladım ve onaylıyorum.