Sanırım Yeni Osmanlılar üzerine İngilizce’de kitap olarak yayımlanmış iki akademik çalışmadan birinin yazarı olduğum için (diğeri artık aramızda bulunmayan Şerif Mardin’dir) Sürgünde Muhalefet: Namık Kemal’in Hürriyet Gazetesi 1868-1870 kitabına bir tanıtım yazısı yazmam istendiğinde kişisel tarihimde böylesine duygusal bir yolculuğa çıkacağımı düşünmemiştim. VakıfBank Kültür Yayınları’nın iki cilt halinde, birinci hamur kâğıda, karton kapakla bastığı, Namık Kemal’in Hürriyet’inin Alp Eren Topal tarafından transkripsiyonu ve derlemesi yapılmış eksiksiz koleksiyonunu kapsayan ve adeta anıtsal bir görünüm arz eden kitap elime ulaştığında, nostalji, uzun yağmurlardan sonra göç ettiği uzak alemlerden dönüp gelmiş bir kuş gibi konuverdi omzuma. Milenyuma yeni girmiştik. Londra Üniversitesi’nde burslu bir doktora öğrencisiydim. Londra’nın mütemadiyen ıslak, gri ve melankoli jeneratörü gibi işleyen havasında, İngiliz Ulusal Kütüphanesi’nde görmeyi istediğim kitapların bankoya ulaşması için bekliyordum. Üç kişilik bir heyet oturduğum sıraya törensel bir eda ile yaklaştılar. Biri ahşap bir aparatı sıramın üzerine kurdu, diğeri eldivenli ellerinde tuttuğu cildi bunun üzerine özenle yerleştirdi. Bir başkası da sayfaları çevirirken kullanılacak bir tür deri parmaklığı bana tanıttı. Eserin henüz dijital ortama aktarılmadığını, buna göre hareket etmem gerektiğini açıklayıp gittiler. Tozlu kapağı heyecanla kaldırdım. Bugün alıştığımız gazete sayfası boyutundan çok daha küçük olan ve bazısı su yeşili, bazısı tozpembe renklerde parşömen kâğıtlara Osmanlıca harflerle basılmış bu gazete koleksiyonu 1868 yılına ait Hürriyet idi. İlk cümlesini okudum: Hubb’ül-vatan mine’l-iman (vatan sevgisi imandandır). İçim titredi, Türkiye burnumda tüttü. Yüz yılı aşkın bir maziyi kat edip gelen bu ses Londra’da yarı gönüllü sürgün olarak ikamet etmekte olan ve Tanzimat devlet adamları Âli ve Fuad Paşaların idaresine muhalefet eden Yeni Osmanlılar hareketinin sözcüsü Namık Kemal’e aitti. Mustafa Fazıl Paşa’nın davetine icabet edip Londra’ya gelen Yeni Osmanlılar muhalefeti troykasının diğer iki mensubu Ziya Bey ve Ali Suavi ile birlikte sayfalar dolusu hep aynı soruya cevap aramışlardı: “Ne olacak bu memleketin hali?”
Yeni Osmanlılar modern anlamda örgütlenmiş ilk Osmanlı siyasi muhalefet hareketi olarak kabul edilir. Hareketin örgütleyicileri yüksek düzeyde sembolik ve kültürel sermaye sahibi ve ağır aksak gelişmekte olan yarı-özerk denilebilecek bir entelijansiyanın mensubu olsalar da, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı okur-yazarları arasında azımsanmayacak bir kabul gördükleri düşünülmektedir.
1804’deki Sırp isyanı ile açılıp 1812’deki Rus savaşı, 1820’deki Mora isyanı ve 1827’deki Navarin baskınıyla devam eden on dokuzuncu yüzyıl Osmanlılar için kutlu zamanlar vaat etmekten uzak görünüyordu. Donanması yakılmış, Yeniçeri ocağının ortadan kaldırılması sonrası inşasına çalışılan düzenli ordusu ise henüz yapım aşamasında olan Sultan II. Mahmut, bir dizi Avrupa referanslı bürokratik ve askeri reform aracılığıyla merkezdeki iktidarını restore etmeye girişmişti. Devam eden zamanlarda imparatorluğu Yunan bağımsızlığını tanımaya zorlamak saikiyle Rusya’nın ilan ettiği savaş (1828-1829) ve isyanı bastırmak için yardıma çağrılmış ancak Navarin sonrası kendisine verilen sözlerin tutulmadığı gerekçesiyle başkaldırmış olan Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın sebep olduğu kargaşa (1832-1833), Osmanlı devletinin hem dışarıdan hem de merkez kaç kuvvetlerden gelen tehditlere karşı kendini korumakta çok zorlandığını gözler önüne sermişti. Kavalalı’nın ordusunun İstanbul’da bir hanedan değişikliğine yol açması muhtemel ilerleyişini, klişe bir deyimle tarihin bir cilvesi olarak, Ruslar durdurmuş ve karşılığında Osmanlı ülkesinde Rus nüfuzunu görülmemiş düzeyde arttıracak olan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı (1833) imzalamışlardı. Bu antlaşmanın Rusya’nın dahil olduğu bir savaş halinde Osmanlı’nın Boğazları diğer devletlerin savaş gemilerine kapatacağı vaadini içeren gizli maddesi, çok geçmeden zamanın süper gücü Büyük Britanya (İngiltere) tarafından öğrenilmiş ve dönemin İngiliz dış işleri bakanı Lord Palmerston’un adıyla anılacak olan geleneksel yakın doğu siyasası yapılandırılmaya başlanmıştı. Doğu Akdeniz’deki iktisadi çıkarlarını ama özellikle Akdeniz üzerinden erişilebilir olan Hindistan kolonisini Rus tehlikesine karşı korumaya ant içen İngiliz siyasi elitleri, muhafazakâr ya da liberal farkı gözetmeksizin, on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğine kadar Palmerstoncu siyasaya sadık kalacak ve Rusya karşısında Osmanlı’nın siyasi bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün korunması ve imparatorluğun iç tutunumunun tahkim edilmesi için çeşitli manevraları içeren bir hareket planı izleyeceklerdir. Meşhur Şark Meselesi’nin, Osmanlı-İngiliz ittifakının, Tanzimat modernleşmesinin ve Yeni Osmanlı muhalefetini doğuran siyasi iklimin arka planı budur. Tanzimat dönemi reformlarını karakterize eden, Osmanlı devletini alt yapısal iktidarı güçlü ve sivil topluma nüfuz etme kapasitesi yüksek bir modern devlete dönüştürme çabasıdır. Bu çabaya Batılı büyük devletlerin arasındaki rekabeti ve çıkar çatışmalarını kullanma, siyasi merkeziyetçiliği güçlendirme ve iktidarı saraydan Bab-ı Âli’ye kaydırma motifleri de eşlik etmiştir. Osmanlı bürokratik ve siyasi elitleri içinde çok geçmeden bir güç tekelleşmesi yaşanmış ve Mustafa Reşit Paşa’nın yetiştirdiği, Batılıların hikmet-i hükümetine ve reel politik işleyişe hâkim, Avrupa dillerine ve etiket kurallarına aşina iki isim olan Âli ve Fuad Paşalar elit dolaşımını tıkayacak tarzda devlet mekanizmasını kontrol eder hale gelmişlerdir. Şerif Mardin’e göre bu durum mensupları Âli ve Fuad Paşalarla aynı yüksek tabakaya dahil olan Yeni Osmanlı muhalefetinin filizlenmesinde önemli bir unsur olmuştur.
Bugüne dek on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı siyasi ve entelektüel iklimi üzerine çalışanlar için Hürriyet’i farklı kütüphanelerin arşivlerinde bulunan sayıları toplayıp birleştirerek okumak dışında bir seçenek yoktu.
Yeni Osmanlılar modern anlamda örgütlenmiş ilk Osmanlı siyasi muhalefet hareketi olarak kabul edilir. Hareketin örgütleyicileri yüksek düzeyde sembolik ve kültürel sermaye sahibi ve ağır aksak gelişmekte olan yarı-özerk denilebilecek bir entelijansiyanın mensubu olsalar da, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı okur-yazarları arasında azımsanmayacak bir kabul gördükleri düşünülmektedir. Büyük devletlerin siyasi oyunları ve Tanzimatçı Paşaların ikbal peşinde koşarak memleket çıkarlarından ödün vermeleri yüzünden hakkı yenmiş, sözü kesilmiş olduğunu iddia ettikleri yoksul ve sahipsiz Osmanlı yığınlarının ama bilhassa kendi yurdunda kadim hakları ve ayrıcalıkları ellerinden alınarak adeta sürgünde yaşatıldığını düşündükleri Müslüman Türkler’in sesi olma iddiasındadırlar. İşte bu sesi yükseltmek için Hürriyet’i araç kılacaklar ancak gazetenin Osmanlı ülkesine sokulması yasaklanacaktır. Gazetenin neredeyse her sayısında Tanzimat rejiminin tercihlerini ve iş yapma usullerini polemik yanı ağır basan bir tarzda eleştiren Yeni Osmanlılar, Şark Meselesi’nin Batılı aktörlerine ve onların Osmanlı ülkesine yönelik hesaplarına da çeşitli veçhelerden yüklenmişlerdir. “Memleket nasıl kurtulur?” sorusuna verdikleri cevap ise en özet ifadeyle usul-ü meşveret olarak adlandırdıkları parlamenter monarşik sisteme geçilmesidir. Sürgündeki bu muhalefetin troykası 1870’li yılların başında İstanbul’a geri dönecek ve 1876’da ilk Osmanlı parlamentosunun açılması sürecinde Midhat Paşa gibi meşrutiyet yanlısı paşalarla iş birliği halinde çalışacaktır.
Genel olarak değerlendirildiğinde siyasi polemiğin doğası, Batı’nın entelektüel dünyasıyla karşılaşmanın ve temasın yarattığı kafa karışıklığı, yeni olan her düşünceyi pragmatik açıdan değerlendirme eğilimi, gazetecilik üslubunun dayattığı kısıtlamalar vb. nedenlerle Yeni Osmanlı külliyatı, çeşitli siyasi akım ve ideolojilerin kendi soy kütüklerini çıkarırken referans noktası olarak kullanabilecekleri ve yer yer kendi içinde çelişkiler barındıran bir amalgam görüntüsü sunar. Bu görüntüyü yakalayabilmenin en iyi yolu Hürriyet gazetesinin tüm sayılarını toplu halde ve arka arkaya okumaktır. Bugüne değin pek çok araştırmacı bu olanaktan yoksundu. Kendi adıma, Hürriyet sayfalarını ahşap aparatın üzerinde okuduğum ve yağmurlu Londra sokaklarında kafamda Osmanlı ahvali ile düşünceli ve dalgın yürüdüğüm günlerin üzerinden neredeyse yirmi yıl geçti. Bu zaman zarfında hem Türkiye’den hem de İngilizce konuşulan ülkelerden çok sayıda araştırmacı bana elimde Hürriyet’in şu ya da bu sayısının bir kopyasının olup olmadığını soran ya da belli bir Hürriyet makalesinin Türkçe ya da İngilizce transkripsiyonuna ihtiyacı olduğunu söyleyen elektronik postalar gönderip durdular. On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı siyasi ve entelektüel iklimi üzerine çalışanlar için Hürriyet’i farklı kütüphanelerin arşivlerinde bulunan sayıları toplayıp birleştirerek okumak dışında bir seçenek yoktu. Osmanlıca bilmeyenlerin Hürriyet’i okuyabilmesi ise zaten söz konusu değildi. Mürekkep karışması yüzünden okunamayan sözcükler, anlaşılamayan Arapça ve Farsça ifadeler görece acemi araştırmacı için büyük dertti. Her şey bir yana tarihimizin son derece önemli bir dönemecine ayna tutan bir kaynağın genel okuyucuya sunulmamış olması büyük bir eksiklikti. VakıfBank Kültür Yayınları’nın titizlikle hazırlanmış, orijinal Osmanlıca metni Türkçe transkripsiyonu ile birlikte sunan bu koleksiyonu tüm tarihçilere ve tarih meraklılarına keyifli bir okuma serüveni vaat ediyor. Darısı Osmanlı entelektüel mirası içinde Hürriyet’le benzer bir kaderi paylaşan nice kaynağın başına…
* Bu yazı Cumhuriyet Kitap Eki, 27.12.2018, Sayı 1506'da yayınlanmıştır.
Yeni çıkan kitaplar, kampanyalar ve tüm yeniliklerden haberdar edelim.
Üyelik Sözleşmesi, Aydınlatma Metni’ni ve Gizlilik ve Çerez Politikası’nı okudum, anladım ve onaylıyorum.