Paris Bureau Omnibus

Çalışanın Fizyolojisi – Honore de Balzac

Balzac, çalışanı, yaşamak için maaşına ihtiyaç duyan ve istifa etmekte özgür olmayan kişi olarak tanımlıyor.
 

Bilenler bilir bilmeyenlere de biz duyuralım dedik!

Geçtiğimiz yıl yayın dünyasına ilk kez bir devlet bankası olan Vakıfbank, Vakıfbank Kültür Yayınları (VBKY) adıyla giriş yaptı. Bankaların yayıncılığına, özel de olsalar, Türkiye İşBankası ve YapıKredi Bankası’ndan aşinayız. Bu anlamda devlet bankasını da tecrübe edeceğiz. Bir devlet bankasının yayıncılık faaliyetinde bulunmasına çeşitli eleştiriler getirilse de bu ayrı bir konu olarak tartışıladursun, biz yayınevinin kitaplarına odaklanalım.

VBKY, yayıncılık sektörüne çok iyi bir imaj ile girdi. Gerek tasarımları gerekse kullanılan kâğıtların kalitesi Türkiye’deki yayıncılar açısından düşündüğümüzde sektör için birkaç adım ileride. Fakat bu kalite kalıcı olabilecek mi onu da bize zaman gösterecek.

Herkes için öyle midir bilmiyorum ama, bazı kitaplar görüntüsüyle ve elinize aldığınızda kağıdı ve kitap ölçüsüyle “beni oku!” diye, deyim yerindeyse, adeta kur yapıyor. VBKY’nin yayın ekibi de bunu çok iyi biliyor olacak ki piyasaya tam da bu şekilde çıktılar. Zira şimdiden neredeyse tüm kitaplarını aldım sayılır.

VBKY’de, kitapların kağıt ve tasarım kalitesine gösterilen özen, yayınların niteliğinde de görülüyor. Tamamını inceleme şansım olmasa da incelediğim ve okuduğum yayınları ışığında hepsinin de birbirinden değerli ve kaliteli olduğunu söyleyebilirim. Özellikle prestij eseri olarak çıkarmış oldukları Namık Kemal’in Hürriyet gazetesi baskısının yanında, Türkçe’ye çevrilmeleri açısından değerli, birçok nitelikli eseri var. Cemaat ve Cemiyet (Ferdinand Tönnies), Radikal Aydınlanma ve Modern Demokrasinin Kökenleri (Jonathan Israel), Kara ve Deniz (Carl Schmitt), Tolstoy-Gandhi Mektuplaşmaları, Neden? (Charles Tilly) ve Çalışanın Fizyolojisi (Honore de Balzac) yayınlarından bazılarını oluşturuyor.

Saydığım bu kitaplar arasında özellikle Balzac’ın bürokrasiye dair eğlenceli bir dille kaleme aldığı Çalışanın Fizyolojisi adlı kitabını okuduğumda bunu daha fazla insanın okuması gerektiği düşündüm. Bu nedenle hakkında birkaç satır yazmak istedim. Tek seferde okunabilecek kadar eğlenceli ve kısa olan bu kitabı en kısa zamanda okumanızı öneriyorum.

Evet, çalışan, yaşamak için maaşına ihtiyaç duyan kişi, tamam ama neden istifa etmekte özgür olmasın ki?

19. Yüzyılın ilk yarısında yaşayan Balzac, tam da Fransız Devrimi sonrasında Paris’te yaşamış. Devrime eleştirel bir tutum takınmış, devrimin adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri iyice artırdığını ve insanları dışladığını iddia etmiştir. Nitekim Çalışanın Fizyolojisi adlı kitabında da eleştirdiği bürokrasiden bahsederken yer yer “cumhuriyetin ortaya çıkardığı düzen” olarak söz eder.

Kitap, ilk kez 1841 yılında La Physiologie de I’employé adıyla yayınlanmış. Aradan yaklaşık 180 yıl geçmesine rağmen Türkçe’ye ilk kez Münif Sair tarafından çevrilmiş.

Kitabın hemen başında I’employé kelimesinin kitapta genelde çalışan olarak çevrildiği fakat Balzac’ın aslında daha çok bürokrasiden yani devlet çalışanlarından bahsetmesi nedeniyle de yer yer memur olarak da çevrildiği bilgisini görüyoruz. Kitabı okuyanların da hak vereceği gibi sadece çalışan ya da memur demek de eksik kalırdı. Zira eleştiriler sadece devlet çalışanlarını ve işleyişini değil artık günümüzde özel sektörü de içine alacak genişliğe ulaşmış durumda.

Balzac, çalışanı, yaşamak için maaşına ihtiyaç duyan ve istifa etmekte özgür olmayan kişi olarak tanımlıyor.

“Evet, çalışan, yaşamak için maaşına ihtiyaç duyan kişi, tamam ama neden istifa etmekte özgür olmasın ki?” diye henüz sormana ve düşünmene müsaade etmeden cevabı kendisi veriyor:

Çünkü çalışanın sonsuz kâğıt kalabalığı üretmekten başka hiçbir alanda donanımı yoktur da ondan!

Bu nedenle bir çalışan için hayat ofistir; tek işi ofiste kâğıt kalabalığı üretmektir. Ofis bir çalışanın doğal ortamıdır. Öyle ki ne bir çalışan ofissiz var olabilir ne de ofis çalışansız.

Ofis hayatı özenilen bir hayat gibi durmasına rağmen hiç de sanıldığı gibi değil diyor Balzac ve akabinden soruyor: Ofisten kurtulmak isteyen, akşam olup çıkınca mutlu olan insanları görmüyor musunuz gerçekten?

Eğer çocuğunuza kötülük yapmak istemiyorsanız onun bir memur olmasını yani bir ofis çalışanı olmasını istemeyin. Çünkü ofis çalışanlarının yaptıkları tek şey kâğıt kalabalığı üretmek. Bu anlamda ofis çalışanı kâğıt endüstrisine sübvansiyon sağlama konusunda insanı kendine hayran bırakacak derecede yetenekli! O halde, çalışan sadece kâğıt kalabalığı üretiyorsa, insan olarak da çok değerli olamaz. Zira hiçten hiç gelir. Gerçekten Balzac haksız mı?

Hangi devlet daha iyidir? Az sayıda çalışanla çok sayıda iş halleden mi, yoksa çok sayıda çalışanla çok azını yapan mı?

Balzac, tüm bunlardan bahsetmenin esas nedeni, cevabı bulunması gereken bir sorunun bulunuyor olmasıdır, der. Tam olarak gösterilmek ve keşfedilmek istenen şey, bu sorunun cevabında gizli… Bu sorunun cevabını bulan dünyayı keşfedecektir:

-Ofis çalışanlarından bahsederek- “Acaba bu tüylü memeliler, bu meslek yüzünden mi gerzekleşirler (Balzac’ın kendi ifadesi olduğu için doğrudan kullanıyorum üzerine alınanlar Balzac’la hesaplaşsınlar lütfen ben sadece elçiyim 🙂), yoksa doğuştan gerzek oldukları için mi bu mesleği icra ederler?”

İşte idarî evrenin üzerini örten sır perdesini bu sorunun cevabı aralayacak!

Şüphesiz Balzac da biliyordu ofisin insanları gerzekleştirdiğini. Ama O, sadece soru sormayı tercih etti.

Bir başka yerde, “Bugünlerde olunabilecek en berbat hal devlette olmaktır!” diyor Balzac. Ama eminim bugün yaşasaydı bunu sadece devlet için söylemezdi. Zira artık özel sektörün de çok büyük bir kısmı devlet zihniyetiyle çalışıyor. Bu nedenle bugün insanlar devletle özel sektör arasında bir tercihle karşı karşıya değil. Çünkü arada neredeyse hiç fark kalmadı. Zihniyet aynı, yöntem aynı, işleyiş aynı. Ama devlette daha az çalışıp, eşit bile değil, daha çok para kazanıyorsun. Kim devlet bürokrasisinden vazgeçer ki?

Bürokrasi bol bol kâğıt ürettiriyor, buna karşılık insanlar tatmin edilemiyor, tatmin olmayanlar iş yapmıyor, sonuçta çalışanın borçlu olduğu dokuz saatin en az dört buçuk saati boş dedikodu, didişme, entrika ve kalem ucu sivriltmeyle (muhtemelen bugün Balzac da artık kalem ucu sivriltmenin yerine solitaire, candy crush veya sosyal medyayı sayardı) harcanıyor. Böylece devlet ve işveren yatırımının %50’sini kaybediyor ve on milyona yapılacak işin faturası yirmi milyona çıkıyor.

Sonuç? Sonuç, her iki taraf da sürekli kaybediyor.

O halde Balzac’ın başka bir sorusuyla yazımızı bitirelim:

“Hangi devlet daha iyidir? Az sayıda çalışanla çok sayıda iş halleden mi, yoksa çok sayıda çalışanla çok azını yapan mı?”

 
*Bu yazı ilk olarak Naftalin Dergisi'nde yayımlanmıştır.

E-Posta Adresiniz

Yeni çıkan kitaplar, kampanyalar ve tüm yeniliklerden haberdar edelim.

Üyelik Sözleşmesi, Aydınlatma Metni’ni ve Gizlilik ve Çerez Politikası’nı okudum, anladım ve onaylıyorum.

Lütfen Üyelik Sözleşmesi, Aydınlatma Metni ve Gizlilik ve Çerez Politikası metinlerini onaylayınız!