Geçtiğimiz ay yayımlanan kitabınız doktora tezinizin kitaplaştırılmış versiyonu olarak okurlarla buluştu. Tez konusunun çıkış noktası neydi?
Şairin kimliği ve şiirin tanımı önceden beri ilgimi çeken konulardı. Şair ve şiir konusu bağlamında yaptığım okumalar makalelerden ve araştırma-inceleme kitaplarından ibaretti. Dolayısıyla kurmaca eserlerde bu soruların karşılığını aramayı hiç düşünmemiştim. Tez için araştırma yaptığım günlerde değerli hocam Prof. Dr. Handan İnci romanlarda şair kimliğinin araştırılması ve böyle bir tezin yazılması konusunda beni teşvik etti. Sadece “Tanzimat Romanında Şair Tipleri” başlıklı bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştı ama onun da kapsamı çok sınırlıydı. Türk romanında şair kimliğine odaklanan romanlar tezimin hareket noktasını oluşturdu. Değerli hocam Prof. Dr. Abdullah Uçman’ın desteğiyle de üç buçuk dört yıla yayılan bir süreçte tezimi tamamladım. Bu kitabı hazırlarken tezi yeniden ele aldım, bazı bölümleri kısaltırken bazı yerleri genişlettim, yeni kaynaklar da ekledim.
Araştırmanız Tanzimat Dönemi'nden Cumhuriyet'e uzanan zaman döngüsünde geçiyor. O dönemki Türk romanlarında nasıl bir şair tipiyle karşılaşıyoruz?
Geç Osmanlı dönemi romanlarında yer alan şair karakterler farklı farklı kimliklerle karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda dönemin sosyal ve siyasal olayları şair imajını da belirliyor diyebiliriz. Örneğin Mâi ve Siyah’ta olduğu gibi Edebiyat-ı Cedide döneminde öne çıkan şairler duygusal, hassas, iç kapanık, melankolik bir karakterdeyken Tanzimat dönemi romanı olan Cezmi’de ise romanın yazarı Namık Kemal’in kendisi gibi kahraman ruhlu, savaşçı ve kendini toplumun karşısında gür sesiyle ifade eden şair imajını görüyoruz. Zira Tanzimat döneminin 1. nesli olarak adlandırılan Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınların kendileri de bu şekilde toplumu bilinçlendirmeyi görev edinmiş, gür sesli yazarlar. Yine Kurtuluş Savaşı yıllarında yazılan bir roman olan Kiralık Konak’ın şair karakteri Hakkı Celis ise dönemin ruhuna da uygun olarak melankolik şairden kahraman şair figürüne doğru bir değişim sürecine giriyor. Bununla birlikte Kurtuluş Savaşı yıllarında topluma ilgisiz kaldığı ve bohem bir hayat yaşadığı için eleştiri konusu yapılan rind-meşrep şairler de var ve Zâniyeler romanı bu şair imajını ele alıyor. Aynı şekilde dönemin kültürel gelişmelerinin paralelinde Batı etkisinde yenileşen Türk şiirine karşı tavır alarak geleneğe sadık kalıp eski tarz şiir yazmayı sürdüren Divan şairleri gibi farklı şair imajları da romanlarda göze çarpıyor. Yine sosyal ve siyasal olayların etkisinin yanı sıra Beşir Fuad’ın başlattığı hayaliyun-hakikiyun tartışmaları ekseninde romantik-melankolik şair tipini eleştirmek için onların başarısız taklitçileri olarak bu eserlerin parodisini yapan müteşairler de yer alıyor.
Şair kimliğinin ve şiir sanatının Türk romanında edindiği yeri değerlendirdiğinizde bugün nasıl bir farklılık göze çarpıyor?
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de şair imajını dönemin sosyal ve siyasal olayları belirliyor. Örneğin yakın dönemde yazılan İbrahim Yıldırım’ın Dokuzuncu Haşmet romanında sol görüşlü, toplumcu bir şair imajı yer alıyor, bununla birlikte bu şair ideallerini gerçekleştiremediği için düştüğü hayal kırıklığının neticesinde melankolinin sınırlarında yaşadığı için intihar ediyor. Yine Tahsin Yücel’in 1992’de yazdığı Peygamberin Son Beş Günü eserindeki şairin kimliğini dönemin siyasal olayları şekillendiriyor. Bu eserdeki şair karakteri bir döneme egemen olan solcu şair imajının bir tür parodisi olarak okunabilir.
Kitapta, felsefe, sosyoloji ve psikoloji perspektifinden yaratma eylemini inceliyorsunuz. Yaratıcılık bağlamında şair kendisi ve yaratım süreciyle ilgili nasıl bir imtihan veriyor?
Şair karakterler şiirlerini yazarken belirli süreçlerden geçiyor. Mâi ve Siyah romanı yaratıcılık bağlamında çok fazla malzeme sunuyor diyebilirim. Romanda Tepebaşı’nda arkadaşlarıyla zaman geçirirken Ahmet Cemil’in yaratı¬cılığı harekete geçer ve bu yaratıcılık anı, “gündüz düşleriyle” pekişir. Mavi elmas yağmuru düşü eşliğinde, poetikasını şi¬irsel ifadelerle aktardığı ân, onun yaratma ânıdır. “Gündüz düşü” eşliğinde poetikasını arkadaşlarına bir çırpıda aktararak yorgun bir şekilde köşesine çekilir ve “karşılaşma evresini” tamamla¬r. Yine şairin eserini meydana getirirken yaşadığı zorluklar, sıkıntılı yaratma süreci de çalışmamda kendisine yer buldu. Bu çerçevede şairin delilikle ve narsisizmle olan imtihanını da ele aldım ve romanların sunduğu malzemeye göre bu konuları da inceledim.
"Şair figürünün yaradılışından gelen duygusal kişiliği romantizmin de etkisiyle melankoliye yaklaşmış, “devrin hastalığı” olarak nitelenen melankoli, Batı edebiyatı gibi Türk edebiyatını da etkisi altına almıştır." diyorsunuz. Şairin melankolik ruh hali dönemin romanlarına nasıl yansıyor?
Melankolik şair karakteri dönemin romanlarında belirli izleklerle ele alınıyor. Bu bağlamda melankolik şairin sosyal ve siyasal olaylar karşısındaki tavrı, tabiatı algılama biçimiyle eşyaya ve mekâna yaklaşımı, insanlarla kurduğu ilişki önem arz ediyor. Bununla birlikte melankolik şair karakteri bilhassa yaşadığı hayal kırıklıkları ile öne çıkıyor, bu sebeple de şairin hayal-hakikat çatışmasındaki konumunu, yaşadığı duygusal ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl bir trajediye dönüştüğünü, yine ölüme ve intihara yaklaşımını ele alarak inceledim. Aynı şekilde melankolik şairden etkilenen melankolik okurları da inceleme gereği duydum, zira dönemin romanlarında bilhassa kadınların şiir okumasına karşı duran yazarlar var. Örneğin Ahmet Midhat Efendi ve Hüseyin Rahmi romantik şiiri; kadınları duygusal olarak etkilediği ve melankoliye sürüklediği için zararlı görüyor ve kadınların şiir yazmasını istemiyor. Edebiyatımızın Batı etkisinde yenileşmeye başlamasından en fazla şiir türü etkileniyor, dolayısıyla şair ve şiir dönemin romanlarında geniş bir şekilde işleniyor.
Yeni çıkan kitaplar, kampanyalar ve tüm yeniliklerden haberdar edelim.
Üyelik Sözleşmesi, Aydınlatma Metni’ni ve Gizlilik ve Çerez Politikası’nı okudum, anladım ve onaylıyorum.